Bütün yolların çıktığı şehir

Kemal Kahraman‘ın Roma gezi notları…

Akademisyen ve ödüllü yazar Kemal Kahraman, Gezelim okuyucuları için tarihi şehir Roma’yı kaleme aldı. İşte “Kayrevan’dan Bosna’ya” ve “Budin’den Londra’ya” eserlerinin yazarı Kemal Kahraman’ın Roma gezi notları…

ROMA YOLLARINDA

Sait Halim Paşa “Batı’da bütün yollar Roma’ya çıkar” diyor. Lanitcesi; Omnibus viis Romam pervenitur. Roma İmparatorluğu uzak kıtalara ve ülkelere ulaşan yollarıyla ünlüdür. Bugün de kalıntılarını nice ülkelerde görebilirsiniz. Mühendislik harikası olan bu yollar sayesinde ordunun hareketi kolaylaşıyor, çok uzak ülkeler Roma’ya bağlanıyordu. Diğer rivayete göre, buradaki Roma, aslında Yeni Roma (Nouva) olan Constantinopol, yani İstanbul’dur. Ayasofya Camii’nin karşısında, Yerebatan Sarnıcı’nın hemen yanında yer alan Milenyum Sütunu sıfır noktasıdır, bütün yolların çıktığı yerdir. Şu halde biz yeni Roma’dan yola çıktık, eski Roma yollarındayız. Nice büyük orduların, komutanların kızıl elması olan şehre gidiyoruz. Hannibal, Atilla, Germenler, Macarlar, Fatih, Avusturya, Napolyon. Kimi hayal etmiş, kimi kapılarına dayanıp geri dönmüş. Biz işin kolayına kaçıyoruz. İtalya demiryollarından bilet aldık. Rahat koltuğumuzda, kadim şehre doğru ilerliyoruz.

Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik. Çizmenin orta kısımlarındaki coğrafyayı seyre dalmışken, kendimizi Termini adlı istasyonda buluyoruz. Roma’nın tam ortasında. Eski zamanda trenler ana ulaşım aracıydı ve istasyonlar şehirlerin kalbiydi. Günümüzde belki o kadar değil ama sağlanan gelişmelerle hava ve karayolu karşısında önemini korumaya çalışıyor. Hızını oldukça artırdılar. Avrupa’da saatte 300 – 500 km giden trenler var. Tren kendine has, nostaljik, konforlu ve kültürlü bir atmosfer sunuyor. Sohbete, kitap okumaya, dinlenmeye izin veriyor. Tabi cep telefonları müsaade ederse.

Otelimiz istasyona yakın bir yerde. Venedik’teki kadar ferah, butik bir mekan değil. Ama ulaşım açısından çok uygun bir yer. Metro’ya yakın. Tarihi mekanların birçoğuna yürüyüş mesafesinde.

Otele yerleşip hemen kendimizi sokaklara atıyoruz. Şehrin havasını soluduğumuzda, hemen İstanbul’u hatırlıyoruz. Daha bir korunmuş durumda tabi. Ama belli ki İstanbul’un ruh ikizi olan bir şehirle karşı karşıyayız. İstanbul Doğu Roma’nın payitahtıdır. Burası Batı Roma’nın. İmparator Konstantin başkenti İstanbul’a aldığında bu şehir İstanbul’a tabi oldu.

“Roma, put kuyusu” diyor Nuri Pakdil. Biraz etrafa baktığınızda anlaşılıyor; Bu şehrin sokaklarında, kiliselerinde, anıtsal mekanlarında antik Roma tanrılarının ruhları dolaşıyor. Tarihi daha da eskilere gidiyor.

Rivayete göre M.Ö. 6. yüzyılda Tiber nehri kenarındaki Latium, Latince konuşan bir halk tarafından işgal ediliyor. M.Ö.7. yüzyılda ise Anadolu’dan geldiği söylenen denizcilikte usta bir halk bölgeye yerleşiyor; Etrüskler. Bunlar uygar ve güçlü bir toplum. Herodot’a göre Lidya (Anadolu) kökenli. Macarlara, oradan Türklere bağlayanlar var. Bugün İtalya’da Etrüsk kalıntıları ve mezarları bulunan en önemli merkezin adı; Tarquinia.

Etrüsk mezarlarındaki iskeletlerin DNA’larına bakmışlar, Anadolu kökenli çıkmış. Bir Türk dilbilimci Etrüsk yazısını Orhun alfabesiyle çözmüş. Ne yazık ki az sayıdaki Etrüsk tableti çalınarak ortadan kaybedilmiş. Toplum mühendisi çalışması mı diye kuşkulanıyor insan. Bugün bile Latinlerde “Turcios” soyadı yaygındır. Her neyse söz konusu Etrüsk halkı uygarlık bakımından Latinlere göre üstün durumdalar. Birçok şehir kuruyorlar. Kabileler halinde yaşayan bölge halkı organize olmaya başlıyor.

Bu safhada bir kuruluş efsanesi devreye giriyor. Romalı ünlü şair Virjilius’a göre Troya şehri prensi Aeneas, işgalden kaçarak deniz yoluyla buralara geliyor. Onun soyundan Numitor’un kızı Silvia’nın ikizleri Romus ve Romulus bir ırmağa bırakılıyor. Dişi bir kurt onları bulup mağarasına götürüyor, emzirerek büyütüyor. Neredeyse Asena diyecekler! Bir aile onları bulup evlat ediniyor. Onlar büyüyünce bu mağaranın bulunduğu yere şehir kuruyorlar. İşte bu Roma oluyor.

Etrüskler, egemenlik kurdukları Latin köylerini birleştirip Roma kentine bağlıyor. Roma’nın krallık olması MÖ. 753. Bu dönemde üç siyasi organ var; Kral, Senato ve Halk Meclisi. Yerli halkın zorla çalıştırılması Etrüsklerle Latinlerin arasını açıyor. MÖ.509’da yani 1.5 asır sonra Latinler ayaklanıyor, Etrüsk kralını kovuyor. Latin egemenliği başlıyor. Patrici (babalar) denen Latin aristokratlar Etrüsklere duydukları düşmanlıktan dolayı krallık sistemini yıkıp “cumhuriyet” kuruyorlar.

Batı dillerinde cumhuriyet anlamına gelen “republic” kelimesi, Latince’de “halk için” anlamına gelen “Res publica” kelimesinden geliyor. Fakat bunu günümüzdeki anlamda düşünmemek gerekiyor. Nihayetinde aristokratların yönetimidir. Cumhuriyet devrinde Consul (iki kişilik devlet başkanlığı), Magistra (hükümet), Senato ve Halk Meclisi organları vardır.

MÖ. 272’den itibaren güney İtalya’daki Grek şehir devletlerini, MÖ. 210’da Kartaca’yı topraklarına katıyor. Daha sonra, Makedonya, Yunanistan ve Bergama krallığını ele geçirerek Anadolu’ya hakim oluyor (MÖ.133). Julius Sezar’ın yeğeni Lulius Sezar Antonius ve Kleopatra’ya karşı kazandığı zafer sonrası “imparator” ve “avgustus” unvanlarını alıyor (MÖ.27). Sınırlar Mısır’a uzanıyor.

Artık Ortadoğu, Akdeniz ve Avrupa’da hakim bir imparatorluk olmuştur (İmperium Romanum). İmperium terimi Latince de olsa, arkasındaki anlam (evrensellik, Tanrısallık, sonsuzluk) Büyük İskender tarafından Asurlular ve Perslerden alınmış. Onlar da zamanın büyük devletlerini örnek alıyor. İlk Hıristiyan Roma imparatoru Büyük Konstantin, idari sebeplerle başkenti Roma’dan, daha ortada duran Byzantium’a taşıyor (MS.330).

MS. 395’te kavimler göçüyle Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılıyor. Batı Roma’ya önce Atilla büyük bir darbe vuruyor. Yıl 452. Doğu ve Batı Roma zayıf durumda. Her ikisi Hun İmparatorluğuna vergi veriyor. Atilla Roma önlerine geliyor. İmparator II. Valentinianus çaresizlik içinde Papa Büyük Leo’yu yüklü altınlarla birlikte ricacı olarak gönderiyor. Atilla Papa’nın yerlere kapanmasına dayanamıyor, affediyor. Ne de olsa Almanların ünlü Nubelungen destanına göre “barışsever, asil ruhlu büyük bir hükümdar”. Batı Hun Devleti’nin başkenti Etzelburg’a (Atilla’nın şehri) geri dönüyor. Yani bugünkü Budapeşte’ye.

Atilla Romalıları o kadar korkutuyor ki ona “Tanrının kırbacı” (Flagellum Dei) adını veriyorlar. Yaptıkları kötülükler dolayısıyla Tanrı onları Atilla adlı kırbacıyla cezalandırıyor. Biz Macarlar Türk müdür diye düşüneduralım, o günden beri İtalya’da bir söylem vardır;

Mamma Li Turchi! Anneciğim Türkler geliyor!. Çocuklar uyumadığında, yemek yemediğinde “Türkler geliyor” diye korkutuyorlar.

Batı Roma 476’da Germen istilasıyla yıkılıyor, dağılıyor. Doğu Roma (Bizans) ise 1453’e kadar devam ediyor. Sadece imparatorluk 2000 yıl kadar sürmüş. Krallık devriyle birlikte 2700 yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Kuşkusuz dünyanın en büyük devletlerinden birisi. Modern dünyayı etkilemesi bakımından en büyüğü. Roma hukuku bugün Batı dünyasında ve bizde hukukun temelidir. Doğu Roma İmparatoru Justinianus’un hazırlattığı kanun kitabı Corpus Juris Civilis’e dayanır. Sistem patrici (soylular) ve pleb (halk) arasındaki denge üzerine kurulmuştur.

Bugün Anadolu’da, Ortadoğu’da, Akdeniz coğrafyasında, Avrupa’da, İngiltere’de nereye giderseniz gidin Roma medeniyetinin kalıntıları karşımıza çıkıyor. Tapınaklar, tiyatrolar, agoralar, dağ başlarındaki taş yollar, Latince kitabeler, mermere büyük bir ustalıkla işlenen devlet adamlarının, Roma tanrılarının heykelleri. Ankara Hacıbayram Camii yanındaki Augustus Tapınağı kalıntılarını hatırlayalım.

MÖ.46’da Julius Sezar eski Mısırlılar tarafından kullanılan güneş takvimini Roma’ya getirdi. Bunun için Mısırlı bilginleri Roma’ya davet etti. Fakat takvimin adı Sezar’ın adına Julien Takvimi oldu. 1582 yılında Papa XIII. Gregorien tarafından yeniden düzenlenerek bugünkü Miladi takvim ortaya çıkarıldı. Bugün Gregoryen Takvim diyoruz. Bu takvimde yazın son ayı Ağustos (Augustus) olarak belirlendi.

Roma çağı Batı kültürünün şekillendiği çağdır. Batı şehirlerini anlamak, kodlarını çözebilmek için Roma tarihini bilmek gerekir.

KOLEZYUM

Termini istasyonuna yürüyüş mesafesinde Roma’nın sembolü diyebileceğimiz yapıya ulaşıyoruz; Kolezyum. Stadyumu andıran dev yuvarlak şekliyle bin yıllara meydan okuyan bina ilk bakışta etkiliyor. Kur’an’daki geçmiş kavimlerle ilgili ayetleri hatırlatıyor. Kendileri gitmiş ama eserleri bize kadar ulaşmış. MS. 72’de yapımına başlanmış. Adını girişteki heykelden alıyor. İçeride bütün o heyecanlı ve vahşi gösterilerin yapıldığı alan, seyircilerin yerleştiği kademeli yüksek oturma düzeni, protokol bölgesi, gladyatörlerin, vahşi hayvanların tutulduğu dehlizler. Günümüzde anlamamız pek kolay olmayan bir dünya. Ne de olsa iki bin yıl öncesinden söz ediyoruz. Zaman zaman restorasyonlar yapılarak bugünlere kadar korunarak getirilmiş. Kolezyum, antik Roma’nın kalbidir.

Kolezyum

O zaman Roma’nın çok fazla nüfusu olmadığı düşünülürse, diğer önemli yapıların buraya yakın olmasını doğal karşılamak gerekiyor. Mesela Kolezyumdan Roma Forumuna doğru giderken Via Sacra üzerinde Titus Zafer takı var. Yahudilere karşı kazanılan zafer ve Kudüs tapınağının yok edilmesi (MS. 71) anısına inşa edilmiş. Üzerindeki rölyeflerde Filistin seferinden dönüşte düzenlenen zafer alayı, Yahudi esirler, Kudüs Tapınağı’na ait borazan ve yedikollu şamdan görülüyor. Roma’daki Yahudiler bu takın altından geçmezlermiş. MS. 315’e dayanan Konstantin Takı Kolezyumun hemen yanında. İlk Hıristiyan imparator olan Konstantin, zaferini kutlamak için yaptırmış.

Zafer takı modası günümüze kadar uzanan bir gelenektir. Roma’da daha birçok tak ve kemerli kapı bulunduğu gibi, Paris, Londra gibi Avrupa şehirlerinde 19. Yüzyıla ait taklar (Arch) şehir

kimliğinin önemli bir parçası durumunda. Ticaret ve hukuk merkezi olan Roma Forumu da Kolezyuma yakın bir yerde. İçinde bir bazilika, kemer, mahkeme, nutuk platformu (rostra) gibi yapılar var. MÖ. 7. Yüzyıla dayanıyor.

Forumdan devam ettiğinizde karşınıza şehrin en görkemli meydanı çıkıyor; Venedik Meydanı. Adını meydana bakan Venedik Sarayı’ndan alıyor. İstanbul’da da Venedik Sarayı olduğunu hatırlayalım. Ve tepeler. Roma 7 tepe üzerine kurulmuş bir şehirdir. Tıpkı İstanbul gibi.

Bu tepelerden en yükseği Capitol Tepesi. Hakim yüksek mekan anlamına gelen Capitol kelimesi bugün Batı dillerinde Başkent olarak kullanılıyor. Devletin Roma gibi büyük ve devamlı olması temennisiyle. ABD’de Capitol Başkanlık Sarayı anlamına geliyor. Roma Forumu ile Campus Martius arasında kalan tepe eski Yunan akropolleri gibi. Eskiden Roma kalesi varmış ve forum tarafını yani eski şehri yukarıdan seyredecek şekilde konumlanmış. Fakat bugünkü hali 1540 yılında Michelangelo tarafından şekillendirilmiş. Mimari yapılar “pagan” dönemin değil bugünün kutsal merkezini görecek şekilde tasarlanmış; Vatikan’a ve Sen Piyer Kilisesi’ne bakıyor. Sanatkarımız ya gayet dindar ya da devrin atmosferini yansıtıyor.

Roma Forumu ve Santi Luca Kilisesi

Henüz tepenin en önemli özelliğine gelmedik. Burası dişi kurtun Roma’yı kuran Romus ve Romulus’u emzirdiği mağaranın bulunduğu yer. Ve tabi Roma şehrinin kurulduğu yer. Tepede 1471’de inşa edilen dünyanın en eski müzesi de yer alıyor; Capitolin Müzesi. Dişi kurtu Romus ve Romulus’u emzirirken gösteren ünlü bronz heykeli burada görebilirsiniz.

7 tepeden bir diğeri olan Palatino Tepesi, Venedik Meydanı’nın hemen arkasında. İmparatorluk ve aristokrasiye ait binaların yer aldığı tepe bugün Roma’yı seyretmek için en uygun mekanlar arasında.

İlk gün için bu kadarı yeter diyerek otelimize yani Termini tren istasyonuna doğru yürüyoruz. Roma sokaklarında yürürken sık sık birtakım resmi araçların büyük gürültülerle geçtiğine şahit olursunuz. Birçok caddede milli birliği hatırlatan isimler boy gösteriyor; Via Nazionale, Piazza della Republica, Piazza dell’Indipendenza. Bir hassasiyet olduğu besbelli. Fakat zaten Roma’da gezerken zaman tüneline girmiş gibi oluyorsunuz. Bu Vespasına, küçük Fiat otomobiline binmiş telaşla gezinen insanların bir zamanlar Britanya içlerine, Mısır çöllerine giden askerlerin torunları olduğuna insanın inanası gelmiyor. İhtimal onlar da bizim Osmanlı olduğumuza inanmıyor. İnansalardı bu kadar rahat dolaşamazdık.

KATOLİK DÜNYANIN MERKEZİ

Ertesi gün bu insanların ve bütün Katolik dünyanın gözdesi olan merkeze, Vatikan’a gidiyoruz. Burası İtalya’ya Hıristiyan aleminde en azından manevi avantaj sağlayan mekan. Fakat bununla sınırlı değil. Dünyadaki Katolik kiliseleri düzenli olarak buraya, Vatikan’a bir çeşit vergi ödüyor. Barselona’da ünlü usta Gaudi’nin eseri olan Sagra de Familia kilisesi bir türlü tamamlanamıyor. Paraya ihtiyacı var. Geçtiğimiz günlerde katedral statüsünden çıkıp müze statüsü kazanmaya teşebbüs etti. Sebebi, Vatikan’ın kapsamından çıkmak. Ödemelerden kurtulmak. O zaman belki inşaat hızlanacak. Sistem böyle çalışıyor. İhtimal, Protestan ve Anglikan kiliselerinin ayrılma sebeplerinden birisi budur.

Yolumuzun üstünde bir Roma kalesi beliriyor; Castel Sant Angel. Burada MS. 135 – 139’a dayanan Hadrianus Mozolesi var. Antalya’da da malum, bir Hadrianus Kapısı vardır. MS. 130’da yapılmış. Bu ikisi aynı Roma İmparatoru. Sınırlar nerelere uzanıyor.

Vatikan’a ulaştığımızda belki kilometrelerce uzanan bir kuyrukla karşılaşıyoruz. Bu şekilde olsa gezmemiz mümkün değil. Ama biz İtalyan kültür merkezi aracılığıyla haberleşmiş ve yönetimden randevu almış olarak gidiyoruz. Girişin yan tarafında görevli bizi karşılıyor. İçeri girip tanıştırılıyoruz. Sonra becerikli bir rehber veriyorlar. Bize Vatikan müzesini oldukça ayrıntılı bir şekilde gezdiriyor. Ama o kadar büyük bir alan ki detaylarda kaybolmak mümkün.

Michelangelo, Raphael, Boticelli gibi Rönesansın en büyük ustalarının eserleriyle dolu bir yer düşünün. Erken dönem Hıristiyanlık eserleri, mozaik, heykel ve kabartmalar. Etrüsk Müzesi, Goblen galerisi, haritalar galerisi görülmesi gereken yerler. Milli Saraylar’dan gelen misafirler olarak bizi Vatikan’ın bodrum katındaki restorasyon laboratuvarlarına götürüyorlar. Orada 500 yıllık tabloların hangi teknikler kullanılarak restore edildiğini anlatıyorlar. Koruma ve onarım konusunda İtalyanların çok iyi durumda olmalarına şaşırmıyoruz.

Müze bölümünden Sistin Şapeline geçiyoruz. Ve birden olağanüstü tavan süslemelerinin yoğun baskısı altında kalıyoruz. Papa II. Julius 1508-1512 arasında Sistin Şapel’in tavan süslemeleri için Michelangelo’yu görevlendirmiş. Sanatçı önce kabul etmek istememiş ama o devirde direnmesi mümkün değil. Tavana Yaratılış Kitabı’ndan sahneler ve fresklerle portreler yapmış. 1000 metrekare alanda 300’den fazla figür ile Eski Ahit’te tasvir edilen 9 sahne, dört yılda tamamlanmış.

En bilinen sahneler, Adem’in Yaratılışı, Büyük Tufan. Kilisenin katı kurallarına rağmen bir Rönesans sanatçısı olan Michelangelo’nun resimlere gizli mesajlar yerleştirdiğine inanılıyor. Papa II. Julius tavandaki bu manzarayı beğenmiş mi bilemiyoruz. Amin Maaluf’a bakarsak şöyle demiş; “Burayı çıplaklar hamamına çevirmişsiniz!”. Anlaşılan “Rönesans” sanatı artık kilise üzerinde baskı oluşturmaya başlamış.

Oradan Sen Piyer Kilisesi’ne geçiyoruz. Aziz Petrus Bazilikası da deniyor. Bazilika antik Yunan’da Atina’da Başyargıç Basil’in adalet sağladığı binadır. Bir toplanma yeridir. Eski Roma’da Forum’un yanındaki mahkeme binasına Basilica deniyor. Kültür Hıristiyanlık devrine aktarılıyor. Diktörtgen şeklindeki, uzun üç sıralı mimariye sahip kiliseler bu adı alıyor. Katolik dünyanın ilk kilisesi olan Sen Piyer, Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Petrus adına yapılmış. Aziz Petrus’un mezarı bu kilisede imiş. İtalya’da olduğuna inanılan ikinci havari. Hıristiyanlığın en büyük kilisesi budur. 23 dönüme oturan kompleksin 60.000 kişilik kapasitesi var. Uzunluğu, 220, yüksekliği 138 metre.

Aziz Petrus MS. 67’de Roma’da çarmıha gerilerek vefat ediyor. II. Yüzyılda mezarına bir anıt yapılıyor. MS. 349’da İmparator Konstantin buraya bir Bazilika yaptırıyor. 1506’da Papa yıkılmaya yüz tutan Bazilikayı yıktırıp yenisini yaptırıyor. Tasarımında Michelangelo, Raphael gibi Rönesans ustaları yer alıyor. Fakat yapımı 100 yıl sürüyor. İstanbul’un fethinden sonra Kızılelma’nın Sen Piyer kilisesinin kubbesindeki altın top olduğu söyleniyor.

Fatih Sultan Mehmet bu amaçla 1480’de Gedik Ahmet Paşa komutasında Otranto’ya sefer düzenleyerek ele geçirdi. O sırada Floransa ve Napoli krallığı savaş halinde. Fatih’in ölümü üzerine devamı getirilemedi. Sen Piyer Kilisesinin içinde 150 kadar papanın mezarının bulunması buraya ayrı bir özellik kazandırıyor.

Sen Piyer’i görünce bir kez daha kanaat getiriyorum; burada gördüğümüz her şeyde Antik Roma tanrılarının ruhları dolaşıyor. Adeta yeni bir inanç alanına geçerken, gurur duydukları bir geçmişten vazgeçmek istememişler. Paganizm de olsa, vahşi bir hayat tarzı da olsa Dünyayı bin yıllarca etkilemiş bir kültürü silip atmak gayet zor gelmiş. Bir uzlaşma yolu arayıp bulmuşlar. Rönesans dediğimiz şey Antik Yunanla Batı dünyasının yeniden buluşmasıdır. Bunda İslam düşünürlerinin önemli katkıları oldu. Çünkü birçok Grek klasiğinin en eski versiyonu Arapçadır.

Sen Piyer’in önünde dev bir meydan var. Katolik aleminin göz bebeği olan bu meydanda insanlar papaların seçilişini izliyor, nutuklarını dinliyor belki elini öpme fırsatı buluyor. Meydanın ortasında Mısır’dan getirilen obelisk taş, kültürün uzandığı yerlerle ilgili fikir veriyor. Bir güneş saati işlevi görüyor. Önemli bir detay; Vatikan’ı yüzyıllardır İsviçreli muhafızlar koruyor. Tarafsız ülkenin askerleri. Muhafız kıyafetlerini Michelangelo tasarlamış. O gün bugün böyle iskambil kağıdından çıkmış gibi giyiniyorlar. Kılıç kullanmada usta oldukları söyleniyor. Bugün tören kıtasına dönmüşler.

Vatikan’dan ayrılıp başka bir müzeye yetişiyoruz; Palazzo Barberini. Barbarini Sarayı Ulusal Antik Sanatlar Galerisi. Barok bir saray binası. Zamanında Papa ailesine aitmiş. El Greko, Rafaello, Caravaggio gibi ünlü sanatkarların eserleri sergileniyor. Cortona’nın freskolarıyla ünlü büyük salon oldukça etkileyici. Rehberimizin anlattığına göre dünyevi hazlarla kuşatılmış insana ilahi yardım eli uzanıyor. Bütün tavanı dolduran eserin adı; İlahi Yardım Hikayesi. Her şeyi en ince detayıyla somutlaştırmak isteyen bir sanat anlayışı. Programda Villa Borghese müzesi de vardı. Önemli bir resim ve heykel müzesi. Binası 1612-15’te Barok, Rönesans ve Neoklasik tarzda yapılmış. Zengin bir sanat galerisi. Ama vaktimiz yeterli olmadığından yorgun argın otelimizin yolunu tutuyoruz. Roma’da bir günümüz kaldı.

PANTEON

Ertesi gün Romanın ayrı bir bölgesindeyiz. Karşımıza Panteon Tapınağı çıkıyor. MS.126’da İmparator Hadrianus yaptırmış. Şu Antalya’da kapısı olan zat. Panteon antik çağda tanrılar dünyası anlamına geliyor. Burada tüm tanrılar tapınağı. Antik Roma dininde birçok tanrı ve onlara adanmış tapınaklar var. Jupiter tapınağı, Venüs Tapınağı, Zeus tapınağı vs. Bu tapınak hepsini içine alıyor. Biz birtakım heykellerden başka bir şey görmedik. Beton kubbenin antik dönemden nasıl kaldığını anlayamadık. Mimarı Şamlı Apollodorus imiş. Tüm Roma devrinden kalan yapılar içinde en iyi korunmuş olanı buymuş.

Oradan ayrılıp bir çeşmeye doğru gidiyoruz ama önce ünlü Roma dondurması tadılacak. Giolitti diye bir markadan bahsediliyor. Bu ülkede markalar ve patentler çok önemlidir. Gidip alıyoruz. Biraz yürüdüğümüzde kendimizi kocaman bir çeşme ve havuzun yakınında buluyoruz. Bir kenarda oturup dondurmamızı yerken çeşmenin akışını, etrafındaki kalabalığı seyrediyoruz. Bizim Maraş dondurmasını tutmuyor tabi. Kremaya benzeyen yumuşak bir tarz bu. Ama doğal malzeme kullanıldığını söylüyorlar.

Trevi Çeşmesi’ni uzaktan seyrederek dinleniyoruz. “Üç yol” anlamına geliyor ve diğer adı Aşk Çeşmesi. Tarihi Roma’ya kadar gidiyor. Augustus zamanında Romalı askerlerin su bulmasına güzel bir kız yardımcı olur. Burada üç yeraltı suyunun birleştiği rivayet ediliyor. Fakat bugünkü çeşme Nicole Salvi tarafından 1732’de Barok tarzda yapılmış. Denizler

Tanrısı Poseidon başta olmak üzere birçok heykelle süslemişler. Romantik bir şehirde çiftler için bir uğrak yeri daha. Ziyaretçi çiftler bu çeşmenin havuzuna arkalarını dönerek bozuk para atmaya bayılıyor. Çok fedakarlık yapmış gibi, bir de dilek tutuyorlar. Tabi onca atılan bozuk para birikiyor. Yılda 1.5 Milyon Euro oluyormuş. Geçende biriken bu paralar belediye ile kiliseyi karşı karşıya getirmiş. Şimdiye kadar Katolik kilisesi yardım kuruluşu Caritas’a veriliyormuş. Fakat bütün hizmetleri yürüten belediye bu paralara el koymaya niyetlenmiş. Gücü yeter mi bilemiyoruz.

Çeşme deyince iki şeyi hatırlatmak isterim. Birincisi Roma’da sokaklarda her yerde akan çeşmeler var. Ve bu sular rahatlıkla içilebiliyor. İçecek firmaları neden bir önlem almıyor anlayamadık. İkincisi eski dünyanın sokak çeşmeleri önemliydi. Çünkü evlere uzanan şebeke genellikle yoktu. İnsanlar en azından içme suyunu bu sokak çeşmelerinden sağlıyordu. Bunun da kolay bir iş olmadığını takdir edersiniz. Roma’nın bir zamanlar Ruh ikizi olan İstanbul da bir su medeniyetiydi. Meydanlarını yüksek bir kültürün nişanesi olan zarif çeşmeler süslüyordu. Ne yazık ki birçoğu harap oldu. Birçoğunda su akmıyor. Akan suları da içmek mümkün olmuyor. İstanbul ve Roma yedi tepeli iki şehir. Aralarında sanıldığından çok daha fazla benzerlik var.

Çeşmeden biraz yürüyünce İspanyol Merdivenleri’ne ulaşılıyor. 135 basamaklı merdivenler Barok tarzda 1725’te yapılmış. Rivayete göre dönemin İspanyol büyükelçisi sponsor olduğundan bu adı almış. Burası da romantik bir merkez, bir buluşma ve dinlenme yeri. Merdivenlerde oturan kalabalığın arasında yorucu bir tırmanıştan sonra tepeye ulaşıyorsunuz. Tepede Trinita Dei Menti adlı kilise var. Alt tarafta ise İspanya Meydanı ve Roma’nın ünlü çeşmelerinden kayık şeklindeki Barcaccia Çeşmesi yer alıyor. Merdivenlerin karşısında şehrin en ünlü alışveriş caddesi Via Condetti başlıyor.

Panteon yakınlarında Piazza Navona görülmeye değer yerler arasında. Antik stadyum görünümünde bir meydan. Roma devrinde burada 30 bin kişilik stadyum varmış. MS. 1. Yüzyılda yapılmış. Bugün Barok binalarla çevrelenmiş. Vaktiniz olursa Roma’daki en büyük Havra’nın yer aldığı Yahudi gettosuna gidebilirsiniz.

Panteon’dan kiliseye, dondurmadan kahveye Roma turumuz sona eriyor. Antik Roma’yı, çok tanrılı bol heykelli dünyasını, Roma Katolik kilisesini zihnimizde harmanlıyoruz. Devamlılığı algılamak zor olmuyor. Medeniyetlerin koruma içgüdüsü Pagan dönem, geçmiş dönem demeden antik inanışları yeni zamanlara taşıyor. Bir çeşit terkip ortaya çıkarıyor.

Bugünkü durulmaya ulaşmadan önce Ortaçağ’da yaşanan bütün o çatışmalar, mezhep savaşları nelerdi? Protestanlar neden Katolik kiliselerine saldırıp oradaki heykelleri kırdı? Bunlar konumuzun sınırlarını aşıyor. Ama Roma’ya giderken iki konuda hazırlıklı olun. Roma kültürü ve Hıristiyan teolojisi. Kodları çözdükçe şehri anlamaya başlarsınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir