Fotoğraf sanatçısı Cemil Şahin yazdı: İstiklâl’in Doğduğu Ev

İstiklâl Marşı’nın ruhu, Âkif’in işaret ettiği Asım’ın Nesli’ne emanet edildi.

Bazı yolculuklar mesafe kat etmek için değil; kalbe dönmek içindir…
Bazı mekânlar vardır; kapısından girince zaman yavaşlar…
Bazı evler vardır; duvarları konuşmaz ama insanın içindeki sesi uyandırır…
Bazı sözler vardır; ilk defa duyulmuş gibi değil, sanki asırlardır içimizdeymiş gibi yankılanır: “Korkma!”

Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde, Mehmet Âkif Ersoy’un doğup büyüdüğü evde İstiklâl Marşı’nı okumak; bir metni seslendirmek değil, bir milletin secdeden yükselen duasına dokunmaktır.

Bazı yolculuklar planla değil, idrakle başlar…

Yazıyı kaleme aldıktan sonra fotoğraflara bakarken fark ettim: Fotoğraf sanatçısı dostlarım Saime Güler ve Erhan Sınmaz ile birlikte, Mehmet Âkif’in balmumu heykelinin önünde çekilmiş bir fotoğrafımız yoktu. İlk bakışta küçük bir eksiklik gibi görülebilir. Ancak mesele fotoğraf değildi; mesele şahitlikti.

O heykelin önünde durmak, yalnızca bir kare almak değil; İstiklâl Marşı’nın ruhuna bir kez daha yaklaşmak demekti.

İşte bu yüzden İstanbul’dan yeniden yola revan olduk. Çanakkale’ye geçtik; Erhan kardeşimizi aldık ve Bayramiç’te, Mehmet Âkif’in doğduğu o mütevazı eve tekrar vardık. Çünkü bizi çağıran şey bir hatıra değil; Mehmet Âkif bilinciydi.

“Korkma!” diye başlayan o sesin taşıdığı iman, ahlâk ve istiklâl ruhuydu.

O yol, haritada çizilen sıradan bir güzergâh değildi…
O yol, İstiklâl’in izine sürülen bir niyet, bir iç muhasebe yoluydu.

Yol boyunca sohbet ettik; bazen sustuk… Çünkü bazı hakikatler konuşuldukça değil, susuldukça büyür. Zaman zaman birlikte İstiklâl Marşı’ndan mısralar okuduk:

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”

Her kelime arabanın içinde yankılanıyor; sanki dışarıya taşmadan doğrudan kalbin içine düşüyordu.

İstiklâl Marşı’nın en güçlü yansımalarından biri, dördüncü kıtadır. Çünkü bu kıta; korkuya karşı toplu direnişi, imanla beslenen millî iradeyi ve teslimiyetle güçlenen bir şahsiyeti haykırır.

Zira gittiğimiz yer sıradan bir müze değildi; İstiklâl Marşı’nın doğduğu yerdi. Bu yüzden içimizdeki heyecan, sıradan bir sevinç değil; dua gibi bir titreyiş, iman gibi bir ağırlıktı.

Bayramiç’te Mehmet Âkif Ersoy’un doğup büyüdüğü evi ziyaret etmek; yalnızca bir mekâna adım atmak değil, bir milletin ruhuna dokunmaktır. Bu ziyaret, sıradan bir kültür gezisi değil; İstiklâl Marşı’nın doğduğu iman iklimine yapılan sessiz ve derin bir yolculuktur.

O evin kapısından içeri girerken insan, taş ve ahşaptan öte bir şeyle karşılaşır. Duvarlar kelimeleri fısıldar, eşyalar suskun ama yüklüdür. Her köşe bir dua gibidir…

Bir anda anlaşılıyor:
Burada sergilenen şey eşya değil; şahsiyettir.
Burada görülen şey vitrin değil; vicdandır.

İstiklâl Marşı’nı o evde okumak, satırları seslendirmekten çok daha fazlasıdır. Çünkü o an hissedersiniz ki bu marş sadece bir “millî metin” değil; imanla yoğrulmuş, sabırla taşınmış, gözyaşıyla mühürlenmiş bir diriliş çağrısıdır. Bir milletin yenilmezliği değil; teslimiyetle güçlenmiş iradesidir.

Mehmet Âkif’in balmumu heykelinin yanında durduğumda zamanın durduğunu hissettim. O bakışlar, sanki “Bu topraklar kolay vatan olmadı” der gibiydi. Okunan her mısra, o evde yankılanıyor; “Korkma!” diye başlayan hitap, yüreğin en derin yerine dokunuyordu.

İşte o an bütün cümleler tek bir hakikatte birleşti:
İstiklâl Marşı masa başında değil, secdede yazıldı.
Mürekkebi kalemden değil, imandan aktı.

ÂKİF’İN ŞARTI VE ÖDÜL MESELESİ: MARŞ PARAYLA YAZILMADI

Bu ruhu anlamak için Mehmet Âkif Ersoy’un duruşunu hatırlamak gerekir. İstiklâl Marşı için açılan yarışmada para ödülü vardı. Mehmet Âkif, başlangıçta bu yarışmaya katılmak istemedi. Çünkü onun nazarında bir milletin istiklâlini anlatacak marş, ödül için yazılamazdı.

Israrlar neticesinde kaleme aldığı eser kabul edildiğinde de verilen ödülü bir kazanım olarak görmedi. Çünkü onun için asıl mesele para değil, şahsiyetti.

Vatanın duası bedelle ölçülemez.
Milletin marşı ticarete konu edilemez.
İstiklâl, parayla değil; imanla yazılır.

Bu tavır, yalnızca bir şair hassasiyeti değil; bir milletin önüne konulmuş sessiz bir ölçüdür:

“Şahsiyet, ödülün büyüklüğüyle değil; reddedebildiğin şeyin kıymetiyle anlaşılır.”

İşte bu yüzden İstiklâl Marşı yalnızca okunmaz; yaşanır.
Yalnızca hatırlanmaz; ayağa kaldırır.
Yalnızca geçmişe ait değildir; bugünün vicdanına da seslenir.

12 Mart 1921 tarihinde İstiklâl Marşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından millî marş olarak kabul edilmiş; Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından ayakta, büyük bir coşku ve alkışlar eşliğinde okunmuştur.

Bayramiç’teki o mütevazı ev bugün hâlâ ayaktadır. Çünkü içinde bir milletin duası vardır. Ve bizler oraya her gittiğimizde yalnızca geçmişi anmıyor; geleceğe de sorumluluk yüklüyoruz.

O evden çıkarken şunu düşündüm:
İstiklâl, sadece bir kelime değil; bir imtihandır.

Ve o imtihanın ilk cümlesi hâlâ aynı yerden seslenmektedir:
“Korkma!”

Bu toprakların istiklâli kelimelerle değil; inançla yazıldı.
Korkunun üzerine yürüyen bir imanla…
Yorgunluğun içinden doğan bir sabırla…
Ve secdeden kalkmış bir şahsiyetle…

ASIM’IN NESLİ: İSTİKLÂL’İN GELECEĞE BIRAKTIĞI EMANET

Mehmet Âkif Ersoy, yalnızca bir marş yazmadı; o marşın taşıyıcısı olacak bir nesli de tarif etti. Bu neslin adı, edebiyatımızda ve fikrî mirasımızda “Asım’ın Nesli” olarak yer aldı.

Asım, bir semboldür. İstiklâl Marşı’nı yazdıran imanla yetişmiş; ahlâkı şahsiyetine, ilmi sorumluluğuna, vatan sevgisini hayatına nakşetmiş ideal gençliğin adıdır. Âkif’in Asım’ı; inancından taviz vermeden çağın ilmini kuşanan, korkuya teslim olmayan, hürriyeti bir hak değil, bir emanet bilen bir duruşun temsilcisidir.

Bu yüzden İstiklâl Marşı, yalnızca bir kurtuluş destanı değil; Asım’ın Nesli’ne yazılmış bir hitaptır.

“Korkma!” sözü, cephedeki askere olduğu kadar; gelecekte bu vatanın yükünü omuzlayacak gençliğe de söylenmiştir.

Bayramiç’teki o mütevazı ev, bu yüzden yalnızca bir hatıra mekânı değildir. Orası, Asım’ın mayasının yoğrulduğu iklimin sessiz şahididir. O evde yankılanan her mısra, bugünün ve yarının gençlerine şunu fısıldar:

İstiklâl, miras değil; emanettir.
Ve o emaneti taşıyacak olanlar, ancak Asım’ın Nesli olabilir.

Eğer bugün çocuklarımız o evin kapısından içeri girer, İstiklâl Marşı’nı orada okur ve Mehmet Âkif’in duruşunu hissederse; Asım, bir şiir kahramanı olmaktan çıkar, yaşayan bir şahsiyete dönüşür.

Çünkü Âkif’in hayali, yalnızca düşmanı yenmek değil; istiklâli taşıyacak ahlâklı bir nesil yetiştirmekti.

ÇAĞRI: İSTİKLÂL’İN DOĞDUĞU EV, GELECEK NESİLLERLE BULUŞMALI

Çanakkale Bayramiç’te bulunan bu mütevazı ev, yalnızca bir müze değildir. Burası, bir milletin karakterinin şekillendiği bir irfan mektebidir. Bu sebeple mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında gelmelidir. Özellikle öğrenciler için…

Bugünün çocukları ve gençleri, vatan şairini yalnızca kitap sayfalarında birkaç paragrafla tanımamalıdır. Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı ortamı görmeli, nefes aldığı odalarda dolaşmalı, İstiklâl Marşı’nın hangi ruh hâliyle yazıldığını mekânın diliyle hissetmelidir. Çünkü bazı değerler anlatılarak değil, yaşatılarak öğrenilir.

Bu noktada Millî Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm kurumlara önemli sorumluluklar düşmektedir. Okul gezileri kapsamında Bayramiç’teki Mehmet Âkif Ersoy Evi’nin daha sistemli biçimde ziyaret edilmesi; bu mekânın çocuklara yalnızca bir tarih dersi değil, bir şuur ve karakter eğitimi olarak sunulması büyük önem taşımaktadır.

Anma programları burada yapılmalı, İstiklâl Marşı burada okunmalıdır. Bundan daha anlamlı bir anma düşünülemez.

Bir çocuğun, İstiklâl Marşı’nı yazan ustanın evinde durup “Bu marş burada doğmuş” demesi; sınıfta yapılan onlarca dersten çok daha derin bir iz bırakır. O iz, vatan sevgisini slogandan çıkarır; şahsiyete dönüştürür.

Bayramiç’teki bu ev, sadece geçmişin hatırası değil; geleceğin vicdanıdır.
Ve o vicdan, ancak yeni nesillerle buluşturulursa diri kalır.

Çünkü biliriz ki o marş, rahat günlerin değil; ateş günlerinin sesidir.
Ve biz, o sesi yalnızca okumayalım; onu yazdıran ruhu da yaşatalım.

Belki de bu yüzden eksik kalan tek bir kare bile bizi yeniden yola düşürdü.
Çünkü bazı fotoğraflar hatıra değildir; İstiklâl’in ruhuna tutulmuş bir şahitliktir.

Bu topraklara “Korkma!” diye seslenen büyük şair Mehmet Âkif Ersoy’u; milletimizin hürriyetine adanmış ömrü ve tertemiz vicdanıyla, vefatının yıl dönümünde en derin saygı ve minnetle yâd ediyorum.

Mehmet Âkif’in duasıyla:
“Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.”

Ve o inancın adı:
Mehmet Âkif Ersoy.

Cemil Şahin
Fotoğraf Sanatçısı – Araştırmacı Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir