Senegal kıyılarında, başkent Dakar’ın hemen açığında yer alan Goree Adası, insanlık tarihinin en acı sayfalarından birine tanıklık ediyor.

Atlantik Okyanusu’nun hırçın dalgalarına karşı duran bu küçük ada, 15. yüzyıldan 19. yüzyıla dek süren köle ticaretinin merkez üssüydü. Milyonlarca Afrikalının ana vatanlarından koparılarak bilinmeyene doğru yola çıktığı bu yer, bugün geçmişin ağır mirasını taşıyan bir anıt olarak ayakta duruyor.

UNESCO’nun 1978’de Dünya Mirası Listesi’ne dahil ettiği Goree, sadece bir turistik gezi noktası değil, aynı zamanda kolektif hafızayı canlı tutan bir sembol. Adanın en bilinen yapısı olan Köle Evi, tarihin bu karanlık dönemini somut bir şekilde gözler önüne seriyor.

1776’da Fransızlar tarafından inşa edilen bina, Batı Afrika’dan getirilen Afrikalıların son durağıydı. Rutubetli ve havasız hücrelerde zincirlenerek tutulan insanlar, gemiler dolusu acıyla Amerika kıtasına doğru yola çıkmayı bekliyordu.

Köle Evi’nin mimarisi bile dönemin vahşetini yansıtıyor. Binanın üst katında köle tüccarları lüks içinde yaşarken, alt katta zincirlenmiş insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bu zıtlık, sömürgeciliğin insanlık dışı doğasını gözler önüne seriyor.

Ancak Köle Evi’nin en sarsıcı bölümü, okyanusa açılan ve “Dönüşü Olmayan Kapı” olarak adlandırılan dar geçit. Bu kapı, köleleştirilen Afrikalıların kıtalarına son kez baktıkları, özgürlüklerine veda ettikleri ve bir daha asla geri dönemeyecekleri bir yolculuğa çıktıkları noktayı temsil ediyor.

Günümüzde dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler, özellikle de Afrika kökenli Amerikalılar, bu kapının önünde durarak atalarının yaşadığı acıları anıyor, onlarla manevi bir bağ kuruyor.

Bu mekan, ırksal kimlik ve kökenle yüzleşmenin, geçmişle hesaplaşmanın bir sembolü haline gelmiş durumda. Bu nedenle, 1991’de Nelson Mandela ve 2013’te dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın adayı ziyareti, tüm dünya için anlamlı bir olay olarak tarihe geçti.

Obama’nın ailesiyle birlikte bu kapının önünde sessizce duruşu, Afrika diasporasının yaşadığı trajedinin evrensel bir sembolü oldu.

Köle Evi’ni ziyaret edenler, geçmişin yükünü omuzlarında hissettiklerini anlatıyor. ABD’li antropoloji öğrencisi Nick Miller, “Bu karanlık hücreleri ve atalarımın son kez baktığı kapıyı görmek, beni çok çaresiz hissettirdi” derken, Jamaikalı Elliot Brown, annesinin hücreleri gezerken ağlamaktan kendini alamadığını ve her ziyaretçinin burada derin bir hüzün ve öfke duyduğuna inandığını dile getirdi. Bu sözler, Goree Adası’nın sadece tarihsel bir mekan olmadığını, aynı zamanda insanlığın ortak vicdanında silinmez bir iz bırakan, canlı bir hatıra olduğunu gösteriyor.

Goree Adası, 1998’de UNESCO’nun belirlediği “Uluslararası Köle Ticaretinin Anılması ve Köleliğin Kaldırılması Günü” olan 23 Ağustos’ta düzenlenen ilk anma törenlerinden birine ev sahipliği yaptı. Bu tarih, 1791’de Santo Domingo adasında (şimdiki Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) kölelerin Fransız yönetimine karşı başlattığı ve köleliği kaldıran ilk devletin kurulmasıyla sonuçlanan ayaklanmayı anıyor.
