İstanbul Boğazı’nın ötesinde, 1800’lerin ortalarında, Polonyalı göçmenlerin kurduğu Polonezköy, ziyaretçilerine hem Karadeniz’in temiz havasını hem de otantik bir Leh kültürü yansımasını sunuyor.
Köy, misafirlerini daha girişte, tarihle iç içe bir atmosferle karşılıyor. Göze çarpan ilk yapılar arasında dingin bir Katolik kilisesi, yüzlerce yıllık anıları barındıran Katolik mezarlığı ve geçmişe ışık tutan Zosia Teyze’nin Hatıra Evi bulunuyor.

Köyün merkezi olan meydan ise, Türkiye ve Polonya arasındaki tarihi bağı gözler önüne seriyor. Burada, gururla yan yana dalgalanan Türk ve Polonya bayrakları, Osmanlı-Leh ilişkilerinin nişanesi olan çerçeveli bir Osmanlıca mühür, Atatürk büstü ve köyün derin tarihini özetleyen bir bilgilendirme tabelası yer alıyor.

Adampol’den Polonezköy’e
Köy sakinlerinin aktardığı bilgilere göre, Polonezköy’ün kuruluşu bir Polonyalı Prens’in vizyonuna dayanıyor. Prens Adam Czartorski, 1841’de kendi imkanlarıyla İstanbul’da bir Polonya temsilciliği kurdu. Temsilciliğin ilk yöneticisi olan Michal Czajkowski öncülüğünde, Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında savaşan Polonya ve Slav kökenli askerlerden oluşan iki alay, bugünün Polonezköy topraklarında toplandı.

Kırım Harbi’ne katılan askerler, 1856’da savaş bitince ailelerini de yanlarına alarak buraya kalıcı olarak yerleşti. Köye ilk etapta, kurucusu Prens Adam Czartorski’ye atfen, “Adam’ın tarlası” anlamına gelen “Adampol” adı verildi. Yıllar boyunca tarım ve hayvancılıkla geçinen köy, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte 1923 yılında resmen “Polonezköy” ismini aldı.

Yaşayan bir kültür
Bugün Polonezköy, 35’i Polonya asıllı olmak üzere yaklaşık 370 kişiye ev sahipliği yapıyor. Köyün sokaklarında gezerken karşınıza şair “Adam Mickiewicz” gibi isimleri taşıyan levhalar, “Fredi”, “Ludwik” ve “Leo” gibi Leh isimleriyle anılan pansiyonlar çıkıyor.
Özellikle hafta sonları, İstanbulluların kaçış noktası olan Polonezköy, Polonyalı turistlerin de sıkça ziyaret ettiği bir durak. Yerel halkın büyük çoğunluğu geçimini pansiyonculukla sağlıyor. Misafirlerine kendi kültürlerinden lezzetler sunan köyde, Polonya asıllılar sayıları az da olsa, atalarından miras kalan Lehçeyi aralarında konuşmayı sürdürüyor.
Yaklaşan Noel vesilesiyle, Hristiyan nüfusun ev ve işletmeleri, Polonya’nın ruhunu yansıtan süslemelerle şenlenmiş durumda. Polonezköy, doğayı, tarihi ve canlı bir kültürü birleştiren, İstanbul’un yanı başındaki en özel köşelerden biri olmaya devam ediyor.
Polonezköy’ün muhtarı Özer Okumuş, 40 yıl önce öğretmen babasının tayini sonucu kendisinin 7 yaşındayken köye yerleştiğini, daha sonra da köyden hiç ayrılmadığını söyledi.

“Oleg, Edek, Vinço isimli amcalarla büyüdüm”
Köyün, İstanbul’un en güzel bölgelerinden biri olduğunu belirten Okumuş, “Yeşili, doğası ve oksijeniyle nefes almak için mükemmel bir yer. İnsanlar kahvaltı ve piknik yapmak, yürüyüş parkurunda gezmek için buraya geliyor. Genelde bahar ve yaz yeri gibi düşünülse de kışın ve sonbaharda da çok güzeldir. Kar yağdığında masal gibi olur. Ana yollar açıktır, köy içi de genelde yürünebilir durumdadır.” diye konuştu.
Okumuş, köyde Polonya mimarisini temsil eden örnek yapıların bulunduğunu anlatarak, birçok yapının ise zamanla revizyon gördüğünü ifade etti.
Türkiye’nin Anadolu köylerinde bulunan Ahmet amcaların aksine Oleg, Edek, Vinço isimli amcalarla büyüdüğünü kaydeden Okumuş, “Şimdi Danyel, Bolek, Fredi ağabeyler var, o kültürü yaşatmaya çalışıyorlar.” dedi.
Okumuş, yazları Polonezköy’ün ünlü kirazlarını temsilen kiraz festivali yaptıklarını, Polonya’dan folklor ekiplerinin gelerek eğlencelerine renk kattığını, işletmelerin köye gelen kalabalıkla oldukça hareketlendiğini aktardı.
Köyün pansiyonculuk kültürünü anlatan Okumuş, “Polonezköy’de önce turizm ve tarım yapılıyormuş. Zamanla tarım bitti, pansiyonculuk devam etti. Bu pansiyonların isimlerinin yabancı olmasının nedeni, isimlerin gerçekten orada yaşayan insanların atalarının isimleri olmasıdır. İşletmeci değişse bile tabela kalır.” ifadelerini kullandı.

“Burada güzel bir yaşam sürdük, kültürel alışverişimiz oldu”
Polonezköy’ün en eski sakinlerinden Anna Vilkoşevski, eskiden köyde daha fazla Polonyalının olduğunu belirterek, “Vefat edenler oldu. Bazısı başka memleketlere gitti ama biz çok şükür kaldık burada. Köyde zor şartlarda yaşanıyordu ama iyi ki o köylülüğü yaşadık. Artık eskisi kadar hayvanımız yok ama köyümüz iyi ki var.” diye konuştu.
Vilkoşevski, eskiden köyde üretilen tereyağı ve yumurta gibi ürünlerin götürülüp İstanbul’da satıldığını ve tarlaların ekildiğini anlatarak, “Eskiden tanıdığımız aileler ilkbahar ve sonbaharda bize uğrarlardı. Onlarla arkadaş olmuştuk, şimdi daha kalabalık aileler geliyor, köyün kıymetini anlıyorlar. Burada güzel bir yaşam sürdük, kültürel alışverişimiz oldu. Buraya sinemacılar, tiyatrocular geldi, bir sürü film çekildi. Şehirdekiler şehirden bıkıyor, köye gelmek istiyorlar. Biz de buranın kıymetini yeni anladık.” şeklinde konuştu.
Büyüklerinden ve kitaplardan Lehçe öğrendiklerini belirten Vilkoşevski, “Anne ve babam bizden çok daha iyi Lehçe konuşuyorlardı. Eski kitaplardan tiyatro oynarlarmış. Büyükannem sandıktan kostüm çıkarırmış, tiyatro eserleri sergilerlermiş. Eski ahırlarda eğlenceler yaparlarmış. Büyükannem rejisörlük yaptığını anlatırdı. Kültürü bırakmamışlar, lisanları da öğrenmeye çalışmışlar. Burada birkaç lisan konuşulurdu. Böyle şanslı bir dönem yaşadık. Bayramlarda, tatillerde herkes buraya gelir, köy dolar taşar. Noelde etrafı süslemeyi severiz. Sadece süsler değil, börekler çörekler yapılır, yemekler ona göre hazırlanır.” ifadelerini kullandı.
“Kendi kimliğimizi başkasına anlatmak bize mutluluk veriyor”
Köyde atalarından kalan eski Polonya evinden dönüştürülmüş bir restoranı işleten Antony Dohoda da Polonezköy’ün 6. kuşak gençlerinden olduğunu söyledi.
Dohoda, köyün kuruluşunu anlatarak, “Burayı, kendi geleneklerimizi devam ettirerek yaşamımızı sürdürdüğümüz bir Polonya köyü haline getirdik. Bu, bir yerden sonra insanların merak konusu olmaya başladı. İnsanlar ‘İstanbul’da Avrupalıların, Polonyalıların yaşadığı bir köy varmış. Bir gidip bakalım ne yapıyorlar?’ dediler.” diye konuştu.
Köyde önceden takas usulü alışveriş yapıldığını belirten Dohoda, şunları kaydetti:
“Köyümüz turizmle tanıştıktan sonra kendi evlerimizin yatak odalarını misafir odası olarak kullanmaya başladık ve bir yerden sonra talep arttıkça köyde restoranlar, oteller, işletmeler, tesisler açılmaya başladı. 2000’lerde Polonözköy’ün popülerliği en üst seviyeye çıktı. Hafta sonları binlerce misafir ağırlayan bir köy haline geldik. Turistler merakla geliyor neler yaptığımızı soruyorlar. Kendi kimliğimizi başkasına anlatınca bu mirası daha çok yaşattığımızı hissetmeye başladığımız için bu bize mutluluk veriyor.”
Restoranlarında babaannesinin defterinden kalan tariflerle Polonya yemekleri sunduklarını kaydeden Dohoda, bunun yanı sıra Türk yemekleri de servis ettiklerini söyledi.
“Her gittiğiniz yerde Polonya’ya dair bir esinti alacaksınız”
Dohoda, eski Lehçeyi konuşabildiğini ama güncel Lehçeyi bilmediklerini, örf ve adetlerini devam ettirdiklerini belirterek, “Buradaki işletme sahiplerinin hepsi Polonyalı. Her gittiğiniz yerde Polonya’ya dair bir esinti alacaksınız.” dedi.
Köydeki Zosia Teyze’nin Hatıra Evi’nin büyük babaannesine ait olduğunu vurgulayan Dohoda, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937 yılında bu evde birkaç saat istirahat ettiğini hatırlatarak, duvarlarında fotoğraflar, odalarında eşyaların bulunduğu evin tipik Polonya kültürünü taşıdığını anlattı.
Dohoda, köydeki Müslüman ve Hristiyan nüfusun huzur içinde yaşadığının altını çizerek, “Biz burada abi, kardeş, amca, baba, dayı olarak bir aradayız ve bu o kadar keyifli ki. Biz onlardanız, onlar bizden, bir ayrımcılık söz konusu değil. Cuma günü buradaki camimizde namazımız kılınıyor. Cumartesi akşamı da kilisemizde vaaz veriliyor.” diye konuştu.